Aldığım eğitimlerin birinde eğitmen; “Her duygu öğrenildiği
yaşta kalır, update edilmeli” demişti. Bende çok biliyorum ya ; Ne olacak benim
bu İstanbul sevdam kesin çocukluğuma inmeliyim ancak bu özlem öyle geçer deyip
plan yapmaya koyuldum… Uzun zamandır tasarladığım bu zaman yolculuğunu ancak
geçen hafta içi bir eğitim vesilesi ile yapabildim…
Not;Hayatta hiç bir şey tesadüf değil biri hayatına
katılacaksa katılacaktır…
Mavi hap mı kırmızı hap mı seçtiğin senindir…
Niyetim eğitim sonrası o yorgunluğu uzatmadan taksiye binmek,
“Taksi buradan mı geçiyor” dedim durakta
bekleyen güzel etekli bayana.” Nereye gideceksiniz” deyince, “ Üftade’nin
öğrencisi Aziz Mahmut Hüdayi’ye “dedim. “Bilir misiniz?” “Ben Üsküdar'lıyım
bilmem mi hiç, orada ineceğim, hadi birlikte gidelim…”
Durduk yola, uyduk imama… Sohbet hoş başladık anlatmaya.
Mühendismiş şehir yapısını 10 dakika da analiz edip sayısal verileri belirledik…
Girdi ve çıktı dengesini kurup sorunu hallettik… Aaa bir baktık gelmişiz. Güzel gülüyordu
temiz ve sevimli… Kâkülleri düzgün fları griydi…
İlk hedefim 12 yaşında vardığım Aziz Mahmut Hüdayı Türbesi
oldu. Gecenin bir yarısı inmemden miydi, çocukluğun verdiği etkiden mi bilemem,
o zaman büyülü ve gizemli gelmişti… Belediye almış işletmesini! Zira kapitalist sisteme ruhunu teslim
etmediğimiz bir türbelerimiz, dualarımız kalmıştı… Amannnn cehennemin
irin ve kan ırmaklarına açılmış kapıdan yayılan bir koku… Kesim hane yapılmış!!!…
Allahım burası gül kokuyordu yanlış mı hatırladım derken, az ileri varayım
belki huzur oradadır diye tırmandım, sağa doğru süzülüp içeri vardım. Divana
durduk, selam verdik, “Edep Ya HUU”
dedik… İki dua okuyup ruhumuzu
rahatlasın dedik, bir baktık sosyal medya da durum güncellemeleri dönüyor…
Dua ediyordu…
Türbeyle mutlu selfiler eşliğinde ziyaretimizi kısa keserken
ruhsallık ve huzurun bile kaç beğeni alacağı sarhoşluğuyla hem hal olmaya
gelmiş insancıkları orada bırakarak ilerledim…
Haydarpaşa garını oldu bitti çok severim. Hayal dünyamın
engin manyaklığında kaç sevgiliyi ayırıp, kaçını birleştirdim… Arkada bir fon acıklı ama ciğerini sökecek
cinsten, (linkte koydum dinlersiniz J
) (https://www.youtube.com/watch?v=RJHw3pfQ12E9
) siyah beyaz fonda, derin hüzüne ve kedere garg ettim kendimi… Selimiye’den Kadıköy’e inerken muhteşem bir
panoromik manzara vardır… İnerken bir delikanlı takıldı gözüme duruyor ara ara,
sırtını dayıyor bir duvara az nefes alıyor, ilerliyor sonra… Görüş açımdan
kaybediyor sonra buluyorum… Önümden hızla koşup bir duvar dibine zor attı
kendini ve midesi neyi almadıysa dışarıya çıkarıverdi. Demek çok ağırdı
(yedikleri) … Kimse görmüyor sokak ortasında bayıldı bayılacak. Yanına
yaklaştım; “Genç neyin var yardım edeyim mi, suyun yemin var mı?” “Yok abla
sağol” dedi… Çantamı hazırlarken bu peçetelerde ne işe yaracak ki dediğim
yumağı avucuna uzattım, sonra kulağımda davulun çılgın sesiyle aşağı doğru
topukladım… Gara bir selam çakıp uzaktan baktım… Örtmüşler üstünü tüm
yaşananlar saklanmış… Ne vedalar ne kavuşmalar ne fonda müzik kalmış…
Kadıköy’ün mekanikleşmiş vapur hattına doğru ilerlerken
içimden bir ses çığlık attı; “ Allah’ım buralarda bir deniz olmalıydı çok uzağa
gitmiş olamaz” derken, otobüslerin boğuk dumanından çıkıp işte orada sislerin
ardında deyip kavuştuk Eminönü-Karaköy Hattına… Varacaktım az sonra Galata’ya… Gözümde yavaş yavaş
uzaklaşan Kadıköy’e veda edip seyre durdum… Hahhh geldi işte edepsizler cıyak
cıyak sesleriyle… Neden bunlar hep simit yiyip kilo almıyor hani 1 simit dört
dilim ekmeğe bedeldi, illa kuş mu olmak lazımdı diye aklımı deli sorularla eğlendirirken,
işte o manzara!… Şımarıklıkları çığlıklarına yansımış deli bir martı sürüsü
havada cilveleşip vapuru takip ediyor kırk takla atıyordu… Arka fon muhteşem…
Karaköy’ ulaştım.
Arka sokaklardan Galata’ya tırmanacaktım… Merdivenlerin üst basamaklarına doğru
tırmanırken aklımda kişisel gelişimci gözlüklü haminne; “Bak kızım gördün mü kondisyon şart!
Tırmanacaksan hazırlıklı olacaksın. Arada birde soluklanacaksın ama
durmayacaksın, ha gayret!!!” “Ulan yettin
be! Bir bırakta sokağın, merdiven tadına varalım.” deyip odasının kapısını
kapattım… Bu defada öbür odadan Öğretmen
Hanım çıktı… “Evladım çocuklara bu hikâyeyi anlatmış mıydın? Hazerfen Galata’ya
tırmanırken uçabilir misin diyenlere, Uçar mıyım bilmem ama bu merdivenleri
yürüyerek inmeye niyetim yok demişti hatırladın mı?” “Hiç aklımdan çıkmıyor ki ama bugün teneffüsteyim.”
deyip onunda odasını kapattım… Tam onlar
sustu diye mutlu mesut ilerlerken küçük bir kız Arnavut sokaklarda yürüyor, tutmuş
babasının ellerinden… Ayağında beyaz pabuçları, sarı pantolonu, beyaz
gömleğiyle gülümsüyor… Yabancı değil gibi. Az ilerledim Kocaman bir kahkaha
attım. “ Heyyy küçük kız dur buldum seni.”
Bir gülümseme bıraktı yüzüme sonra ilerledi… Takip edecektim. Nasıl mutlu
ilerliyor, ne buluyordu burada bu sokakta anlamadım. Renkli duvar yazıları mı
acaba, yoksa küçük dükkânlardaki inci boncuk mu gözünü aldı… Yukarı doğru
kafamı kaldırdım tüm ihtişamıyla Galata karşımdaydı… Ben gene hayallerde cirit
atarken kızı gözden kaybettim, eh yorulmuşken de bir nefes alımı bir kahve
tadımı dinlendim… Konuşmam lazımdı kızla,
hızlı hareket etmeliydim o yüzden… Hatırladım
buradan sonra bir park macerası vardı… Ben de Gülhane’ye doğru rotayı
hazırladım.
Eminönü, Yenikapı… Hayyy bin kunduz eeee burada kuşlar vardı
onlara yem atıyorduk yaaa, mısır çarşından kokan baharatlar eşliğinde kendimizden
geçiyorduk yaaa… Yenileniyormuş Yeni Kapı!!! Başka bir düş kırıklığıyla… Sirkeci
ve Gülhane’deyim. İlerledim… Yeşilin kırk tonunda kendimden geçmek istedim,
sarı bir renk gözüme ilişti, işte ordaydı… Eline bir mısır almış hoplaya
zıplaya geziniyor… Koştum nefes nefese kalana kadar…
Tuttum kolundan ; “Seninle konuşmalıyız! Bir anlaşma
yapmalıyız!”
Bana bak küçük kız sen artık büyüdün ve 7 yaşında değilsin
artık bu şehirde bildiğin şehir değil! Simit, şeker,mısır kokmuyor… Beni çağırıp durmayı bırak bir sürü işim
gücüm var… Ha ağladı ha ağlayacak… “Ama ben seni korumak istemiştim…”deyiverdi…
“Neden korumak istedin ki?” dedim, azcık
daha sert çıkışarak. “Yaşlılıktan” dedi… Bu kez ben ağlamaklı bir sesle; ”Yaaaa!”
dedim… Sonra diz çöküp sarıldım…
Küçük kız bak şimdi seninle bir anlaşma yapalım ben
yaşlanmaktan korkmuyorum artık, sende büyümekten korkmamalısın… Söz yine
seni
babanla parka göndereceğim… Pamuk şekeri alıp, dönme dolaba
bindireceğim… Lakin
bunu artık sık sık istemeyi bırakmalısın… Çünkü bu şehir rüyalarında ki
masal şehri değil artık… Peki dedi, söz veriyorum büyümekten
korkmayacağım,
ve seni rahat bırakacağım…
Ağlaştık…
Vedalaştık…
Onu babasının kollarında harika bir manzarayla Gülhane’de
bıraktım… Vapura binip uzaklaştım…
Tuba Aydoğan