16 Aralık 2015 Çarşamba

YENİ YIL PUSULALARI


1 yıl, 12 ay, 52 hafta, 365 gün, 8766 saat, 525.960 dakika…

 Güzel dilek ve umutlarla başladığımız bir yılı daha geride bırakmak üzereyiz. Şimdi bakınca ne kadar çok zaman harcamışım, fakat geçerken oldukça hızlıydı. Tıpkı Einstein dediği gibi izafi zaman... Sevmediğin bir işi yaparken geçmek bilmiyor da sevgili yanındayken sanırsın uçuyor…

Derviş sormuş: Efendim çok mutluyum nereye gitsem karşıma güzel insanlar çıkıyor. Her şey nasıl da değişti. Mürşit cevap vermiş: Sen değiştin…

Bende bu yıl böyle dolaştım. Bir mürşidim yoktu soracak ama kendimle konuştuğum çok oldu akşamları o kalabalık trafikte eve dönerken; “Tanrım bu şehrin trafiği bile güzel nerede var bu gökyüzü!” derken çok buldum kendimi. “ Seni seviyorum Ankara” diye bağırdığımda biri görse kesin deli derdi. 5 yıl yaşadım Bursa’da, lakabı yeşil Bursa’dır. Osmanlının  kalesi Şehzade Mustafa’ yı saklar bağrında.  Yeşilin kırk tonu hâkim. Dağı, denizi, ormanı… 
 Yine de her sabah ne zaman bu şehirden gideceğim diye uyandım!

Sonra öğrendim ki güzellik ne şehirde, ne ülkede. Güzellik yalnız içinde ve bakan gözlerinde...
Nereye gidersen git neyi değiştirirsen, değiştir kendini değiştirmediğin sürece hiçbir orman yeşil olmayacak, hiçbir denizde martı maviliklerde uçmayacak…

 O zaman kendimizi değiştirmekten başlamalı hayata ve belki bu pusulalar yardımcı olur yeni yolunuzda…

Kendini tanı!
Sen sen ol ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!
Sen olduğun gibi güzelsin, yakışıklısın. Kendini kabul et. 
Sevgiyi başka birinde arama en temel olan senin kendini sevmen.
Bir sevgiliyle nasıl ilgileniyorsan öyle ilgilen kendinle.
Kendini sevmediğin sürece hiçbir sevgi seni tatmin etmeyecek bunu bilmelisin.
Hatalarınla sev kendini ve dersler çıkar hata yap ki daha çok öğrenesin.
Kendinle zaman geçir ve onunla bağlantıya geç kendinle tanış hemen bir an önce.
Daha çok şarkı söyle. Sezen’in dediği gibi “O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz”
Daha çok dans et.
Baharda çimlere bas ayakların çıplak.
Daha çok selam ver tanımadığın insanlara.
Boya kullan resim yeteneğin olmasa da boya renklendir bir şeyleri.
Tencerenin dibindeki çikolata artığını parmağınla sıyır ve azına yüzüne bulaştır.
Seni mutlu eden insanlara daha çok zaman ayır.
Bilmediğin yeni yerlere git.
Şimdiye kadar denemediğin bir yemeği tad.
Metroya daha çok bin.
Kalabalığa karış.
Çok şükür et.
En az haftanın 4 günü yürüyüş yap.
Yardım isteyebilmekte erdemdir, gerçekten ihtiyacın olduğunda yardım iste.
Geçmişi değiştiremezsin anda olmak için içerde kal…
Küçük çocuklarla daha çok zaman geçir, gerçek saflığı, mutluluğu hisset.
 En az bir hobi edin.
İnsanlar ne der diye düşünüp giymediğin o kıyafetini bu sene giymelisin. Ya da saçını o sevdiğin modelde kestirmelisin.
Her gün en az 1 kez kendini takdir et…
Her yıl gerçekleştirmek için hedefler koy.
Bir defter edin.
Ayda en az 1 kitap oku.
Sevdiğin insanları ara varlıkları için teşekkür et.
Dua et neye inanıyorsan. Dua şifa gibidir.
Bağımlılıklarını, zaaflarını fark et. Bağımlıklar zindan gibidir. Özgürlüğünü eline al.
Kendini kimseyle kıyaslama. Kıyas; hırs hastalığının virüsüdür çok çabuk zihnini esir alır.
Başardıklarına odaklan.
 Hiçbir yiyecek duygusal boşlukların yerini dolduramaz bunu bil!
Yapmayı istemediğin şeylere “Hayır”  de ki bir süre sonra kullanılmışlık düşüncesi zihnini kemirmesin!
Öfke alev gibidir başkasıyla birlikte senide yakar unutma!
Doğayla karış köyün varsa oraya git mesela.

Ölmeden önce yapılması gerekenler listesi oluştur ve en az 10 başlık ekle.
Çocuğuna güzel anılar ver.
Çocukla Çocuk ol! Aslında arada çocuk ol!
Eşinin iyi yanlarını gör! Neden sevdiğini hatırla!
Ve…
Gül çok gül sahte bile olsa vücudun seratonin salgılamasını sağlıklı ve maliyetsiz yollardan sağla!
Topraktan gelip toprağa döneceğini hatırla.

Yeni Yılın Kutlu Mutlu Olsun Bol Huzurla Yaşa…


Tuba AYDOĞAN

TERAPİST/ EĞİTMEN















20 Ekim 2015 Salı

DİKKAT YENİ ÇAĞIN YEME BOZUKLUĞU "Otoreksiya Nervoza"

Aaa olur mu onun içinde kaç kalori var biliyor musun?
Yağ  oranı ne kadar?
Hayatta azıma şekerli bir şey koymam!
Organik mi?
Pişme şekli nasıl?
Hayatta kızarmış yemem? O kanser yapıyor muş?
Bak bu kurabiyelerin diyeti çıkmış.
Beyaz ekmek mi mümkün değil?
Vs. Vs..

 Engellenemez şekilde yemek yemek nasıl bir yeme bozukluğu belirtisi olabiliyorsa, sürekli sağlıklı yemek yeme istediği de bir yeme bozukluğunu işaret ediyor olabilir.

Sağlıklı yemek yeme ile ilgili takıntı durumundaysanız dikkatli olmakta fayda var “Otoreksiya Nervoza” olabilirsiniz.

Nedir bu Otoreksiya Nervoza?

Sağlıklı yemek yeme ile ilgili patalojik bir saplantıdır. Kişinin amacı zayıf olmak değil, sağlığını korumaktır. Genellikle, sağlıklı besinleri tüketme ve hatta bazı pişirme yöntemlerine takıntılı olma boyutuna varabilmektedir. Kişi diyetinin dışına çıktığında, kendisinden nefret etmekte ve ciddi boyutta suçluluk duymaktadır.

Her şeyin fazlası gibi sağlıklı beslenme konusunda fazla takıntılı olmak zihin ruh ve bedenin bütünlüğünü bozuyor…

Her gün onlarca program, onlarca konuk, uzman veya değil ve her kanalda hangi yiyeceği yememiz veya yemememiz,  hangi karışımı yapıp sağlık bulacağımızla ilgili bilimsel olan yada olmayan binlerce bilgi kirliliği mevcut ortada…

Dikkat dikkat olduğun yerde kal! Hemen elindeki ekmeği bırak masadan uzaklaş! Yoksa ölürsün!
Bak şimdi  Ayşe Teyze sen şöyle yere uzan birazdan ben 10 a kadar sayacağım hopp diye bütün yağların bu içeceği içince gidecek..
Nefesss al nefes ver tut tut huh huhh huuuu dur bırakma kal öyle kal!
Proteinle karbonhidrat birlikte yemek caiz değil!
Demirle kalsiyum zinhar birlikte günah olmaz!
Onla onu ye, bunla bunu yeme!
O sağlıklı hayır bu değil!
Zeytinyağı! Hayır! Hayır! Tereyağı!
“Her sabah iki kaşık yulaf yemiş 100 yaşına kadar yaşamış “ filanlar… Konu açılmışken söyleyeyim, dedem  onu bizim yaylada atlara veriyordu!

Of hele son zamanların inanılmaz modası diyet yemek servisleri! Otoreksiya hastaları için yeni bir kabus daha… Her şeyin sağlıklısına takmış birinin maddi olarak bu besinleri yani sağlıklı olduğu söylenen yemekleri alamayacağını da düşünürsek olay tam bir kâbusa dönüşüyor…  Kilo aldırmayan çikolatamız marketlerde! En fit tatlımız hazır! Bu yemek sadece 350 kalori! Tabi bende yedim!
Yedim yedim vallaha çokta güzeldi de, ya hasta yeme dürtüsünü kontrol edemiyor ve bir tabak yerine senin o 350 kalori sağlıklı yemeğinden 3 tabak yiyorsa? Ya o sağlıklı mikemmel  çikilotandan bir paket bitiriyorsa ne yapacağız? Bir de ya o yemeğin onun metabolizmasında açığa çıkardığı enerji 450 kalori ise ne yapacağız?

Geçen bir karikatür görmüştüm çokta gülümsemiştim…  “Gece yenen yemekler kilo aldırıyormuş! İyi de bu yemekler gece olduğunu nerden biliyor?” Diye yazıyordu J  Durum tamda böyle aslında. Gece yemek yiyen bir arkadaşınız ya da bir oturuşta koca ekmeği bitiren ama hala fit olan dostlarınız, hani en sevmediklerimizden yok mu J onlar neyi farklı yapıyor sizce? Şimdi burada gece oturup koca bir ekmeği yiyebilirsiniz anlamı çıkmasın… O şekilde beslenen ve kilo almayan insanların neden kilo almadıkları ile ilgili bilimsel kaynaklar metabolizmalarının daha hızlı çalışmasını ve genetik faktörlerini sebep olarak gösterir ve bir etken daha var ki ; o da “iNANÇLAR”.

Sevgili sektörün atladığı bir durum daha var! Yediğin her şeyi vücudunda  yağa, şekere, enerjiye, kana, ete, kasa dönüştüren Tanrı’nın mucizesi senin tüm metabolizmanı yöneten sevgili “Bilinçaltı” Yediğin besinlerle olan ilişkini bozduğun anda o vücudun da kana, ete, kemiğe, vitamine, güzelliklere dönüşmek yerine toksine, kiloya, yağa, zehre dönüşüyor…
Etrafta yiyecek ve sağlık konusunda bu kadar bilgi kirliliği varken bilinçaltını bu saldırıdan uzak tutmak oldukça zorlaşıyor. Sonuç olarak dünyanın en ironik hastalığıdır Otoreksiya! Sağlık bulayım derken ruh sağlığından olursun...

Sevgili Okur, bu yazıdan sonra senden ricam bırak o elindeki yeşil ne olduğunu bilmediğin suyu sevdiğin bir yere git ve sana şimdiye kadar bu sağlıksız tü kaka denilen, sürekli kendine engel koyduğun o sağlıksız olduğunu, bedenine zehir olduğunu ve sana sürekli kilo aldırdığını düşündüğün yiyeceği söyle.  Güzel küçük ve şık bir servis tabağında masana iste. Telefonunu kapat yiyecekle aranda olan tüm engeli kaldır.  Sadece ne yiyorsan ona odaklan ve her lokmada elindeki çatalı bırak ve nefes al! Her lokmanın bedenine şifa olduğunu gereksiz fazla enerjinin vücudundan atıldığını DÜŞÜN! Sonra devam et! Tıpkı bir sevgiliyle ilgileniyormuşçasına sakin ve nazik! Göreceksin ki daha önce iki tabak yiyip doymadığın yemekte tabağının yarısı gelmeden doymuşun… 
Bu zor değil yapabilirsin!
Sen değerlisin ve bedenin sevilmeyi hak ediyor…
Her şeye rağmen kendimi seviyor, onaylıyor ve kabul ediyorum…

Sevgimle
Terapist

Tuba Aydoğan

30 Temmuz 2015 Perşembe

SEN Mİ AÇSIN DUYGULARIN MI?


 
 
Ortada o kadar çok beslenme ve kilo kontrolüyle ilgili bilgi var ki sanki hemen birisini uygulasak sonuca ulaşmak çok basit ve kolay olacak! Yüzlerce diyet şekli, haplar, ilaçlar, kamplar, estetik operasyonlar… Her alanda mümkün olduğu kadar bilgi edinmeye çalışıyor ve fikir alışverişi yapıyorum. Kimse kimsenin yöntemini beğenmiyor kimse kimsenin yöntemine olur tabiî ki demiyor! Ne kadar kilo problemi varsa o kadarda çözüm var aslında. Her çözüm bireye özgü olmalı. Çünkü herkesin motivasyon kaynakları ,haritası bambaşka…

 
Bu alanda ele alınması gereken bir diğer konu ise; ”Yeme Bağımlılığı”

Aslında bağımlılık tek başına ele alınması gereken bir konu. Bir çok bağımlılığımız mevcut, alkol , sigara,alışveriş, cinsellik, ilişki veya bireylere bağımlılık , çağın yeni hastalığı teknoloji ve pc oyunları ve yeme bağımlığı.  Bağımlılığa neden olan sorunların başını ise “Değersizlik İnancı” çekiyor. Peki kendimizi neden değersiz hissederiz? Daha önceki haftalarda bireylerin ego oluşumun altında yatan etkenlerin, çocukluktaki ebeveyn davranışları ve yerleşen bilinçaltı programlarından kaynaklandığından bahsetmiştim. Aynı şekilde değer ve değersizlik inancıda çocuklukta başlayarak bilinçaltı programlarımıza yerleşir. Fakat bu ara sıklıkla rastladığım değersizlik inancı ve ardından çıkan çılgınca yeme problemlerinin kaynağı daha çok ikili ilişkilerdeki sorunlardan kaynaklanıyor.

 Yaşadığımız mutlulukları bir havuzda topladığımızı düşünelim ki hayatımızı sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmek için bu mutluluğa ihtiyacımız var. Stephen Covey’in bahsettiği duygusal banka hesabı gibide düşünebiliriz, buda kendi iç dünyamızın banka hesabı, bir yatırım havuzu… İş , evlilik, ilişki, hobiler, arkadaşlarla yaşadığımız mutluluk bu havuzu dolduruyor. Bütün muslukları kapatıp tek mutluluğu ilişkilerden beklediğimizde bir süre sonra hem kendimizi hem ilişkimizi yıpratmaya başlıyoruz… Sadece ilişkilerden beklenen mutluluk odağı ise değersizlik inancını tetikliyor… Günden güne havuzun suyu tükeniyor, en kolay mutluluk sağlama yolu hızlı seratonin salgılatan maddelere başvurmak gibi görünüyor ve soluk buzdolabının başında alınıyor.

“Hımmm nefis! Bu pastanın çikolatası bir harika işte gerçek mutluluk bu!”

Aslında durum böyle değil. Sen ilişkinle ilgili ve kendinle ilgili o kadar çok stres oluşturdun ki beynin acil olarak şekere ihtiyaç duydu ve sen kısa yolla ona bunu sağladığın için oda seni ödüllendirmek adına seratonin salgıladı ve geçici bir mutluluk yaşadın. Bu döngü bir süre sonra artık yeme bağımlılığının zemini oluşturuyor “Ye Mutlu Ol!”  veya “Mutlu Olmak İçin Ye!”

Aslında yapmamız gereken çokta zor olmayabilir. Zihninizde bu döngüyü kırmaya ve mutluluğun anlamını zararlı besinler yerine başka şeylerle kodlamaya ne dersin?

Sen bu dünyada eşsizsin senden bir tane daha yaratılmadı! Her insan başlı başına farklı bir dünya, her insan değerli… Kendini sevmeyen birinin hedefe doğru motoru olmayan bir arabayla yola çıkmış gibi olduğunu her zaman HATIRLA!

Oscar Wilde’n  dediği gibi;

“ Size kendinizi değersiz hissettiren insanları sevmeyin…”  
Kilo Kontrol Uzmanı / Terapist

Tuba Aydoğan

23 Mayıs 2015 Cumartesi

UYAN EY UYKUSU ÇOK GÖZLERİM UYAN!


Metroları severim ben. Metrolar yaşar çünkü, hayat gibidir metrolar.Her binişinizde bir hikaye vardır dikkatli baktığınızda. Elleri kırışmış bir teyzenin tutunuşu vardır hayata… Yeni doğmuş bir bebeğin umudu… Yorgun işçinin emeği... Öğrencinin dersi … Müziğin ahengi vardır, anne kız kol kola vagon vagon gezerken çaldığı akordiyonda. Teknolojinin esareti, bazen sınıflandırma vardır bazen bir sabah gülümseyişi, bazen aşk vardır. (Aşk varsa eğer!) Bazen kahve tadı sohbetler ve bazen kırıcı sürtüşmeler. Acele vardır, bir telaş, bir koşturma bazen yardımlaşma,  iki valiz tutumu…  İki kelime arası tanıştığın çocukla sevgi vardır.. O kadar yol bitmez diyerek bitirdiğin yeni kitaplar vardır…  İtiş kakış ve kalabalık vardır. Bazen de gören gözlerin görmeyenleri görmemezlikten geldiği zamanlar vardır..

Bir anlığına karanlığa gömüldüğünüzü düşünün ve daha önce hiç görmemiş olmayı ve dünyanın neye benzediğini bilmediğinizi… Acaba gökyüzü ne renk? Ya da çimler yada deniz ne renk? Peki, renk ne renk? Sevdiğim insanın sureti ne peki? Suret ne peki? Hayalimdeki kadar güzel mi saçları sevgilinin.. Ne kadar soğuk bu karanlık acaba ışıkta daha çok sıcaklık var mıdır? Nasıl karışacağım bu kalabalığa ,sokağa çıksam görenler görmez mi beni?. Ya nasıl yürüyeceğim caddelerde, nasıl okuyacağım kitapları bilmediğim… Toplu taşıma araçlarında yer verirler mi ki ,ya ezilirsem, ya düşersem nasıl biter bu karanlık?…. Acaba burası kaç basamak acaba hangi çıkıştan çıkacağım?.. Ya benim için bir işaret yoksa?…

Düşünemiyorsunuz bile değil mi  gözlerinizi kapatıp zifiri karanlık olsa bile bir görüntü var hayalinizde ya hiç bu hayale sahip olmayanlar ya o koca yürekli insanlar….
Ben bugün tanıştım biriyle .. Metrodan inerken kalabalık içinde itiş kakış yolunu kaybederken tuttum kolundan, yönü savrulmuştu. Sadece koluna girdim.
"Yukarı mı çıkacaksın?" dedim.
"Evet" dedi.
"Bende çıkacağım" dedim. Başka bir metro hattına bineceğimi boş verip bir süre sesiz yürüdük o karanlıkta bense  o karanlığı hayal etmeye bile korkarak.  Yürüyen merdivenler durmuş basamakları saymaya başladım;

“Şimdi sağa 4 basamak var önümüzde. Şimdi sola 25 basamak var önümüzde.”

“Yüksel’e çıkacağım “dedi.

“Sağda mı solda mı?”

“Birlikte gideriz” dedim.

  Bir an kolumdan savrulduğunu hissettim bir gören görmez çarpmıştı!

“Ne dikkatsiz bu insanlar” dedik güldük. Kalabalık gene bir eylem günü, hafta sonu klasiği.Adını      sordum bende söyledim.

“Hadi son birkaç basamak kaldı sola döndük mü buluşma noktasındasın arkadaşın gelecek öyle değil   mi? “

“Evet” dedi.

“Bu bankta bekleyebilirsin. O zaman memnun oldum tanıştığıma” dedim. Sonra düşününce çok    saçma gelen bir senfoniyle …

“Teşekkür ederim gerçekten gören gözleriniz için!!” dedi ….

Sadece yürüdüm düşünmekten bile korkarak.  Ve metronun merdivenlerinden tekrar inerken durdum dünyaya baktım görebiliyor muydum sahi? Neyi görüyordum yoksa sadece hayat akıp geçiyor muydu? Sadece bakıyor muydum öylesine yoksa yaşamak için mi yaşıyordum hayatı, bunca şükür edecek şey varken hangisini nimetten sayıyordum? Her şeyin bana göre tasarlanmış olduğunu bile şimdi mi fark ediyordum? İlk kez görüyor olmaktan mutluluk duyduğumu ve gördüğümü hissettim ve aynı anda büyükte utanç içindeydim… O göremiyordu ve üstelik görmeyen o değil biz gören gözler görmüyorduk…Ve onun gibi daha nice engellenen insanlar için hayat oldukça zordu..

Metrolara binin dostum! Yaşadığınızı fark edin, sahip olduklarınıza şükredin, olmayanları fark edin dostum! Görmeyen gözlerinizi görür hale getirin dostum!

Tuba Aydoğan
NLP KOÇU



  

11 Nisan 2015 Cumartesi

EGO LEGO LETS GO


Egonu yenmeyi başardığın zaman, içindeki bütün karanlıklar aydınlığa dönüşecektir- RUMİ

Kimliğimizin en önemli parçasını oluşturan benlik kavramıdır ego. Kişisel gelişim ve tasavvufun karşı karşıya kaldığı ve çatıştığı bir konu aslında ve insan olmanın, olabilmenin ilk aşamasıdır ego. İsterseniz önce tasavvufta ki ego kavramına bakalım;
İbn-i Arabi’ye göre  ego, iki şey arasında bulunduğu yer ile tanımlanır. insan nefsi(egosu), hem cennete doğru yükselen Tûba ağacının, hem de cehenneme doğru kök salan Zakkum ağacının potansiyel tohumlarını ihtiva eden iki anlamlı bir varlık olup, bu iki anlam arasında binlerce derecelendirme gözlenmektedir. Bu açıdan ego hem Allah’ı ("O"nu) gösteren hem de "O"ndan uzaklaşan iki yönlü gelişme potansiyeline sahiptir.

Kişisel gelişimde ise ;
Ego insanın özsaygı, özgüvenini oluşturduğu iç dünyasıdır. Araştırmalara göre ego yani benlik ceninin 12 haftalık olmasından itibaren anne rahminde oluşmaya başlıyor. Çocuklarda bilinçaltı kayıtları 11 yaşına kadar devam ediyor ve bu süre zarfında ailesinden sevgi ve şefkat görmüş çocuklarda özsaygı, özgüven olumlu yönde gelişiyor. Tam tersi ailesi tarafından aşağılanan, gerekli sevgi ve şefkati alamayan çocuklar ise ilerdeki hayatlarında ya çok pasif, kendine güvensiz ya tam tersi etrafında ki herkesten hınç almak istercesine aşırı ezici ve hırçın yapıya sahip oluyor.

Kişisel gelişimin sanki tamamen insan egosunu şişirmeye odaklı olduğu sanılır. Önce kendin, önce sen, her şeyden önce sen, mucize sensin, sen muhteşemsin yaklaşımlarıyla insanları tamamen bir benciliğe sürüklediği düşünülür. Altı doldurulmadan yapılırsa doğrudur da!

Geçenlerde Amerikan futbolu oynayan bir takımın koçunun takım oyuncularına yaptığı konuşmayı dinlemiştim. Konuşma o kadar motive ediciydi ki bir an ben çıksam maça sanki oyunu alacak kadar kendimi güçlü hissetmiştim. O kadar emindim bundan. Sonuç bu konuşma benim gibi sıradan bir insan için ancak anlık bir duygu yoğunluğuna neden olur ve sahaya çıktığım daha ilk dakikada yere serilir ve ağlayarak geri dönerdim.  Özgüven duymak, motive olmak kötü bir şey değil elbette ama sorulması gereken birkaç tane soru var! Bu işi yapabilecek güce gerçekten sahip miyim? Bu iş için ne vermeye hazırım? Hangi alanda kendimi daha çok geliştirmeyelim? Eksik olan yönlerimi nasıl daha güçlü hale getirebilirim? Hangi kaynaklara sahibim? Pes etmek istediğim de kendimi hangi amacımın tutkusuyla motive edeceğim?
Kendi benliğinizi beslemeden, onla ilgili çatışmaları çözmeden, sahip olacağınız diğer kimlikler içinde egonuzun karşınıza çıkması an meselesidir. İş hayatında sıkça karşılaşılan ego problemleri ya da sosyal çevredeki ego problemlerinin tamamında doğru beslenmemiş egosal sorunlar yatar.  Aldatan eşler, hırçın üst müdürler, kıskanç arkadaşlar, sizi sıkboğaz eden ve aşırı sahiplenici ebeveynler…

Hidrojen doğa dostu bir elementtir.  H2O bize hayat veren maddenin (SU)  birleşenleridir. Fakat hidrojen izotopları olan döteryum ile trityumun füzyona uğratılarak kitleleri imha edebilecek nükleer silah yapımında da kullanılır. Burada suç hidrojenin değildir. İyi yönde kullanıldığında hayat verirken, kötü yönde kullanılması halinde hayat son vermektedir. Kötü olan ego yani benlik kavramı değil kötü olan onu besleyiş ve oluşturma şeklimiz. Doğru bileşenlerle bir araya geldiğinde iyi bir lider, idealist bir öğretmen, can bir dost sırdaş, sadık bir eş, huzurlu bir yuva, ferah toplum, ideal bir yönetici, doğru anne baba modeli, kötü birleşenlerle bir araya geldiğinde ise; kaos içinde bir ülke, çalışanlarını tutamayan sirkülasyonu bol iş yeri, okuldan nefret eden öğrenciler, şiddet ve nefret dolu bir aile, aldığı son model arabası yada kıyafetiyle sana hava atan insanların olduğu sosyal ortamlar oluşur…
Dünyaya gelirken yalnızdık ve ölürken de yalnız olacağız. Sorumlu olacağımız tek şey kendimiz ve kendi yaptıklarımız olacak. O zaman ilk önce kendimizden başlamalı sevmeye, var olmaya ama doğru bileşenlerle…

Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm ve yazmak istediğim bu yazıya katıldığım ODM 1 eğitimde Değerli Hocamız Tamer Dövücü’nün aydınlatıcı bilgilerinin tuttuğu ışıktan dolayı teşekkür ederim.

Dengede bir hayat dileğiyle...

 Tuba Aydoğan
NLP KOÇU/Eğitmen

16 Mart 2015 Pazartesi

LANET OLASI YAŞAM KOÇLARI :)

Bu sabah metroda yolculuk yaparken  bir kitap okuyorum, kitabı ve yazarın adını vermeyeceğim ama bu yazıyı yazmama  vesile olduğu için kendine teşekkür etmek istiyorum. Kitabın daha ilk başından başlayarak Yaşam koçlarına göndermeler yapılıyor. Devamını okuduğunuzda ise durum o kadar komikleşiyor ki bir koçun söylediği şeylerin hemen hemen aynısını kulağını sol taraftan tutarak anlatıyor.
Neden birçok meslek gurubu Yaşam Koçlarına karşı? Psikologlar, rehber öğretmenler, insan kaynakları, üst düzey yöneticiler, doktorlar, diyetisyenler hatta ve hatta son zamanların modası din adamları…
Koçluk nedir ne değildir kısmını teknik olarak anlatmayacağım bunun için bu alanda yıllarını vermiş emek harcamış üstatların yeteri kadar değerli ve açıklayıcı kitaplarında fazlasıyla bahsediliyor. Bende elimden geldiği kadar katıldığım radyo programlarında ve eğitimlerimde bahsediyorum.

Yukarda bahsettiğim meslek guruplarının hepsi için bir üniversite mezunu olmak gerekiyor hatta fark yaratabilmek için yüksek lisans, doktora yapmanız ve bir alanda uzmanlaşmanız gerekiyor. Uzun yıllar emek harcıyorsunuz. Haliyle birkaç ay eğitim almış ve Yaşam Koçuyum diyen kişilere inanılmaz bir savaş açılıyor. Daha bu işe ilk gönül verdiğimde “Ne yani şimdi sen orta düzey bir yönetici olarak üst düzey yöneticilerine koçluk mu yapacaksın? Sen okumuş kültürlü insanlara nasıl koçluk yapacaksın iki soru sorsa kalırsın” ve daha nicesi gibi olumsuz tepkilerle karşılaştığım olmuştur.
Koçluğun sadece çıkıp hadi sen harikasın yapabilirsin, başarırsın, işte bu deyip alkış kıyamet danışanları ya da katılımcıları gaza getirmek olduğu sanılır. Oysaki koçluk süreci bir yolculuktur. Hedefi belli,planı yapılmış, süresi belirlenmiş bir yolculuktur bu. Burada karıştırılan nokta koçluğun bir terapi yöntemi sanılmasıdır. Koçluk bir terapi yöntemi değildir. Genelde koçluk programları tek başına verilmemektedir. Koçluk NLP ile birlikte kullanıldığı için sanki koçlar terapi yapıyormuş gibi algılanır. Aslında NLP’nin birçok tekniği bilişsel davranışsal terapiden gelmektedir. Çünkü NLP modelleme yapılarak oluşturulmuştur. Yaratıcıları Bandler ve Grinder  ünlü hipnoterapist Ericson ,Virginia Satir ve Gestalt terapiyi modellemişlerdir. Ne Bandler ne Grinder ikisi de ne pskilogtur, ne  öğretmen ,ne doktor. Biri dil bilimci diğeri ise bilgisayar mühendisiydi.

Mesleğimizin suiistimal edildiği bir gerçektir. Yanında yürüdüğü insana koçluk yapıyorum deyip yıllarını mesleklerine veren insanların kazandığından daha fazlasını kazandıkları düşünüldüğünde bende hak vermiyor değilim. Çünkü ülkemizde koçların yeterliliğini denetleyecek bir kurum ve kuruluş bulunmamaktadır. Haliyle her elini kolunu sallayan ve 1 aylık kurslarla koçluk yapan oldukça fazlalaşıyor. Koçluk ciddi bir beceridir. Ne mentörlüktür, ne danışmanlık, nede psikologluktur. Psikologlar, rehber öğretmenler, doktorlar, yöneticiler çoğu güçlü sorular sormaz. Onlar daha çok nedenlerle ilgilenir. Koçluksa nedenlerle ilgilenmez nasıllarla ilgilenir. Sokrates tarzı güçlü sorular koçluğun temelidir ve farkındalık yaratır. Bireyin kendini tanımasına yönelik sorularla hedef yolundaki engellerin aşılması için gereken güçlü yanlar tesbit edilir. Hangi yönetici size nasıl daha başarılı olabilirsin diye sorar ki! Eğer insan odaklı ve liderlik özelliğine sahip bir yönetici değilse soru genelde şu şekildedir “Neden satışların düşük?” “Ödevini neden yapmadın?” öğrenim hayatımız boyunca duyduğumuz en sık sorudurJ  ödevini yapman için nasıl bir ortam olmalı ya da nasıl olsa ödevlerini yapardın?  Diyetisyene gittiğinde ise çoğu elinize bir kibrit kutusu peynirle başlayan bir liste uzatır ki kilo kontrolü konusun da bu işin ne bir matematiği ne formülü vardır. Yazıldığınız fitness salonunda eğitmenlerimiz sizin kapasitenize bakmaksızın aynı programı yazıp gönderir. Hiç biri hangi motivasyon kaynaklarına sahip olduğunuza bakmaz yaklaşmacı mısınız, uzaklaşmacı mı, yoksa iç referanslı mı, dış referanslı mı? Bu kadar meslek grubunun karşı olmasının nedeni ise Koçluğun hayatın her alanıyla ilgilenmesidir. Bu dalların ilgilendiği her alanda koçluk yapılabilecek olmasıdır. Koçlarsa çalışacağı konuları çok iyi bilmeli konusunun dışında olan danışanlara dürüstçe söyleyip gerekli uzmanlara yönlendirmelidir. Meselenin özünde yoğun bir ego çatışması olduğu su götürmez bir gerçektir. Fakat ego konusunu bir dahaki yazımda daha uzun anlatmayı planlıyorum.

 Mevlana’ya sormuşlar o kadar yazarsın, o kadar okursun ne bilirsin? Diye. Mevlana Hz.'leri şu cevabı verir."HADDİMİ BİLİRİM"

Haddini bilen ve insanlığa hizmet edenlerden olmak dileğiyle.

 Sevgilerimle
Tuba Aydoğan
Yaşam Koçu
 
 
 

 

4 Mart 2015 Çarşamba

SİYASETNAME

Siyaset meydanında elini sallasan vekil adaylarına dokunduğu bir dönemde, neyi nasıl açıklamak gerekir bilmiyorum. Hayır, bilmezlikten geliyorum. Eğer siyasette bir ölçü aramak icap ediyorsa; üç dönem memleketin omzunda vekil olanların, memlekete ne kadar hizmet ettiklerini, ülkeyi ne kadar geliştirdiklerini; son on beş ,yirmi yılda  Almanya ve Belçika'nın ne kadar yol katlettiklerine bakarak anlamak mümkündür… Daha fazla konuşmaya lüzum var mı?
Ayinesi iştir kişinin söze ne gerek var.   Fakat vekil olacak dostlara siyasetname babında birkaç sözümüz olacak elbet. 
Gönül dünyamızda öylesine güzel öylesine deruni serzenişler olur ki, bu serzenişlerin, yürek ağıtlarının nerede, ne zaman nasıl peyda olduğunu bilemeyiz. Kendi benliğimize yaptığımız nasihatlere bazen başkalarının ihtiyacı olduğunun farkına bile varmayız.  Farkına varanlar işte benim yaptığım gibi nefsine yaptığı öğütleri, başkaları için de yaparlar…  Bu yazdıklarım söz sultanları için olsun, bütün gönülleriniz aşk vecdiyle dolsun. 
Ey oğul, gittiğin yolda daim, sözünde kaim olmalısın.  Sözünde kaim olduğun kadar usta da olmalısın.  Küfür ehillerinin söz sultanları karşısında, kendini küçük düşürmeyesin. En az sen de onlar kadar söz üstadı olmalısın.  Hicve hicivle, taşlamaya taşlama ile en güzel söze daha güzel sözle karşılık vermelisin. Unutma ki Resulullah (s.a.v.) İslâmiyet’i yeni kabul eden söz ustalarına, şairlere, ediplere büyük taltiflerde bulunmuş, onları dini İslâm için şiir yazmaya teşvik etmiştir. Hatta “Küffarı hiciv, onlara lisanla ok saçmak mesâbesinde olduğu için cihâd fi sebili’llah hükmündedir.” Demiştir.
Öyleyse, söz meydanında girdiğin mücadeleye devam et; et ki din ü mübin yolunda şevk ve heyecan arayan nice beni âdemlerin gönül bahçelerine çağlayanlar gibi nur akıtasın.   
Ey oğul!
Bilmelisin ki, kâinattaki sonsuz olayların arasında en zor görünen, göründüğünde de ondan başka hiçbir nesneyi göremeyeceğin bir genişliğe bürünen bir Vahdet ve vicdanda toplanan Varlık, ömür boyu meşgul olacağın hakiki sermayen olmalıdır. Bu sermeyi asla kaybetmeyesin,  asla tembellik etmeyesin, Vücudu Mutlak’a kavuşmanda bu meşgale senin yolunu aydınlatacak meşalen olacaktır.
Ey oğul!
Bir ülke düşün ki “Akıl” Padişahı “Cimrilik” yurdunu fethetmiş olsun. Bu akıl padişahı kendi sultanlığından vazgeçip “Kanâat’”ı tahta çıkarır.  Fakat o diyara giden yollarda öyle haramiler, öyle eşkıyalar vardır ki dağ başlarında durup hiç aşağılara inmez, geleni vurur, gideni vurur.  “Kibir” adındaki bu âsi sergerdeye uyanlar; uzun ecel ipinin kendilerine uzanamayacağından son derece emin gibidirler. Hâlbuki er geç ecel ipi onların da boğazlarına yapışır. Fakat iş işten geçmiştir.  Senin bu durumda akla yalvarman icap eder. Eğer aklı ikna edersen o, “Tevâzû’”yu yanına alarak “Kibr’”i dağ başında şekil değiştirerek ırmak şekline sokar ve denize akıtır. Unutma ki “Aklın” desteğiyle “Tevâzû Denizi”ne dalanlar kimsenin haberi olmadığı inci, mercan, lâ’l ve yâkut bulurlar. “Tevâzû ve Kanâat’”ın yardımıyla “Kibir” yenildiği için Akıl; Cenâb-ı Hakk’a şükreder, O’na dua ve niyazda bulunur.
Ancak o diyarda öyle karışıklar vardır ki; gönül ve beden memleketinin bütünüyle huzur içinde olması için daha çok çalışmak gerekir.
Evlâdım, kibrini yendiğin zaman sana iki düşman daha gelir. Bunlardan biri “Düzenlik”, diğeri “Safâ”’dır. Sen yeniden aklını kullanmalısın. Aklının yardımcıları ile “Sabr’”ı vazifelendir. “Sabır”, vücud memleketindeki bütün arızaları giderecek, en büyük kahramandır.  “Düzenlik” ve “Safâ’”yı alt etmen yetmez. Bu defa karşına, “Cimrilik”, “Hased”, “Kin” ve “Gıybet”düşmanların seni yolundan eğleyecektir.  Sakın yılmayasın, sakın cehdinden, fedakârlığından, coşkundan, heyecanından bir şey kaybetmeyesin. Sana aklın yine yardımcı olacaktır.
Unutma ki, aklın bu düşmanlara karşı bir kahramanı daha vardır. O da “Doğruluk Hil’ati’”dir (örtüsü). Sen “Doğruluk Hil’ati’”ni giyince muhakkak ki hakikate erimiş olacaksın.  İşte o zaman iman meşalen pırıl pırıl yanacak. Cisim evindeki “Hırsız”kaçacak delik arayacaktır. Cismi canın, bu hırsızlardan, haydutlardan kurtulunca sal kendini ummanlara doğru; bin tevazu gemisine, şişir yelkenlerini pırıl pırıl esen iman rüzgârınla…
İşte o zaman yolun gönül Kâbe’sine çıkacaktır.  İşte o zaman benlik ortadan kalkacak; işte o zaman sonsuzluğa kanat çırpacaksın.  Vefasızlık vadisinden kurtulup vefa saraylşarının sultanı olacaksın.
Haydi Allah kolaylık versin!...
                                                                                  Mehmet Emin ULU

26 Şubat 2015 Perşembe

NEFES AL NEFES VER MUTLU YAŞA :)

Nefes sadece havanın alınıp verilmesi değil, hayatın temel devinimidir. Bir bebeğin ağlaması ya da gülmesini görmüşsünüzdür. Ortalığı yırtarcasına kahkaha atarken veya ağlarken şiddetle sarsıldığını, karnının yukarı aşağı inip kalktığını gözlemlemişsinizdir. Bu devinimlerin nedeni maksimum çalışan diyafram kasıdır. Ne yazık ki birkaç yıl içinde bu doğal ve sağlıklı nefes akışını kaybederiz. Çoğu kişi kısıtlı nefes aldığının farkında bile değil. Bir düşünce veya hayalin, mutluluk, sevinç, üzüntü, huzur gibi duyguları etkilediği gibi ruhsal durumumuzun da nefesimizi mevsimlerin değişimi kadar etkileyip değiştirdiğinin bilincinde misiniz?

Günümüzde yaşanan güç ve rekabet kavgaları, şiddet ve korkular birçok insanın nefes sistemini zaman içinde iyice sığ bir hale gelmesine, sağlıksız ve kalitesiz bir hayata neden oluyor. Başka bir deyişle yetersiz ve yüzeysel göğüs(üst) solunumuyla sağlıksız bir ruh, fizik ve duygu bedene sahip oluruz. Biliyoruz ki bedenimizin tüm hücreleri hayatta kalabilmek için oksijene gereksinir. Kısıtlı oksijen alımı zamanla hücrelerin ölümüne neden olur. Bedenimizin en çok oksijene ihtiyaç duyan organı beyindir. Yetersiz oksijen beynin, kalbin, sinir sisteminin çalışmasını kısıtlar, bağışıklık sistemini zayıflatır ve bu şekilde tümör oluşumuna yatkınlığı artırır.
O zaman doğru nefesin tanımını yapalım: Doğru nefes burundan alınıp burundan verilen, diyafram kullanımı ile ciğerlerin tamamı ile gerçekleştirilen, derin, sessiz ve dakikadaki sayısı en az olabilendir. (dünya sağlık örgütü who bu sayıyı 8 ila 12 olarak belirlemiş ama siz yapacağınız diyafram çalışmaları ile 6 ya çekebilirsiniz)

Doğru nefes alarak farkındalığı yüksek, sağlıklı,canlı ve mutlu bir yaşam elde edebiliriz.Unutmayalım ki nefesi değiştirdiğimizde hayatımız değişir.Yaşamımızın tüm alanlarını birbirine bağlar.Stresten kurtulup içsel dengeyi kurmanın en güzel yoludur.Bilinçli nefes alışverişi sinir sistemindeki gerginlikleri anında giderir ve bizi rahatlatır.
Kısaca yeniden bir çocuk gibi doğal ve sağlıklı nefes alabilmek için doğru nefes eğitimi, yani çeşitli diyafram güçlendirici egzersizler ve teknikler uygulamak gerekli. O yüzden en iyi nefes bebekler dışında, eğitim almış sanatçılar, konuşmacılar, sporcular alır. Eğitim aldıktan sonra bu çalışmaları 4 ila 6 ay arasında tekrarlamak gerekir.
Tarih boyunca birçok uygarlık beden, zihin ve ruh uyumunun anahtarının nefes olduğunu biliyorlardı. Ve nefesi iyileştirici bir güç olarak kullanıp, ayrıca dini ve mistik çalışmalarında bolca yer vermişlerdi. Son yıllarda tüm dünyada ve ülkemizde nefes çalışmaları kabul görür hale geldi. İşte ben tüm bu yazdığım neden ve bu nedenlere bağlı sonuçlardan ötürü, bunun yanında da mesleğime olacağı yararı da yanında bulundurarak nefes eğitimini almaya karar verdim. Yıllar önce nefes eğitimini aldıktan sonra, en başta çalışmaları kendi üzerimde deneyimledim. Zaman geçtikçe yaşadığım değişim ve dönüşümler, kişisel gelişim maceramda yaşadığım en olumlu sonuçları almama neden oldu. Daha sonra ailem, yakınlarım ve pilates sınıflarımla yaptığım çalışmalardan gelen olumlu dönüşler beni yüreklendirdi. Şimdilerde gerçekleştirdiğim nefes atölyeleri, bireysel çalışmalar ve holistik nefes koçluğu eğitim programı,  kullandığım tekniklerin,terapilerin ve bilgilerin olumlu yararları ,nefes olgusunun ne kadar önemli olduğunun kanıtıdır.

Doğru nefes almanın dışında uygulayacağımız nefes teknikleri ile dikkat, motivasyon, konsantrasyon, odaklanma, gevşeme, bırakma, izin vermeyi sağlayabiliriz. Nefes teknikleri ile bilinçaltınızı boşaltmayı ve zihni kontrol etmeyi öğrenerek yaşam kalitenizi ve kaderinizi değiştirebilirsiniz. Bırakmak istediğiniz  alışkanlıklarınızı, panik atak, anksiyete, depresyon, obsesyon, dikkat dağınıklığı, cinsel isteksizlik, ereksiyon zorluğu, öğrenme zorluğu, imtihan heyecanı, kekemelik, uyku apnesi, horlama, reflü, burun tıkanıklığı ve nefes darlığı gibi birçok rahatsızlığınızı düzeltebilirsiniz.

Nefes çalışmalarının yararları saymakla bitmez. Tüm bu çalışmaların dışında bilinçaltında yatan sorunlar temizlenmesine yönelik çalışmalar var ki, harika sonuçlar alınıyor bu konuyu ayrıntılı şekilde diğer aylarda paylaşmak istiyorum.

Doğru nefes için diyafram egzersizlerinizi düzenli olarak hayata geçirin. Oksijen bedenimizin
en büyük ihtiyacıdır. Sağlıklı beden, zihin ve ruh uyumu için, maksimum oksijen alma kapasitenizi arttırın.

 Yazımı dr. Andrew Weil'in anlamlı sözüyle bitirmek istiyorum:  "İnsanlara kendiliğinden iyileşmeye ulaşabilmeleri için tek bir şey yapmalarını söylemek zorunda kalsaydınız söyleyeceğiniz şey ne olurdu?" diye sorulsa şu yanıtı vermek gerek. "Nefesinizle çalışın!" 

Hayatınızı tazelemek, denge, huzur, mutluluk için kısacası kendimizi doğadan bir parça olarak hissetmek için hepinize ferah ve sağlıklı nefesler diliyorum.


Yelda Çetiner
Nefes KOÇU

11 Şubat 2015 Çarşamba

BİZE ALLAH YETER

Varlık âleminin sonsuzluğu içinde insan denen mahlûkun küllüden bir zerre olmasının ötesinde bütün âlemin hizmetine verilmiş olması, elbette İlahi sırrın aliyyülâlâ güzelliklerinden biridir.   Bu sırrın gizemine mazhar olmak için yüreği aşkla, şevkle heyecanla çırpınan beni âdemlere ne mutlu…
            İçine daldığımız masivanın hengâmesi içinde şirke, küfre, hasede, kine, hırsa, ikbale bigâne kalarak, bizi yaratan Yüce Rabbimize teslim olmaktan daha güzel ne olabilir? Varsın birileri bize sırtını dönsün, varsın birileri köstek olsun, varsın birleri kıymet bilmesin, varsın birileri bizi ayaklarının altında çiğneyip dursun, varsın sırtımıza ateşten taşlar yığsınlar, varsın birileri bizi de Yusuf gibi karanlık kuyulara atsınlar…
            Bize Allah yeter!...
Allah’tan başka dost edinmek, masivaya köle olmaktan başka nedir, Allah aşkına?   
Allah’a dost olmak dile gelince aklıma bir menkıbe geldi. Bu menkıbeyi sizinle paylaşmak istiyorum.
 Vakti zamanından ay yüzlü pirî Feridüddîn-i Attâr, henüz tasavvuf yoluna girmeden sahibi olduğu dükkândan alış-verişle uğraşırken bir karşısına bir derviş çıkar.
-Ey canım Attâr, bana Allah için bir şey ver!
Feridüddîn-i Attâr, hiç duymamış gibi yaptı. Derviş yeniden sordu:
-Söyle bakalım sen ne olmak istersin?
 Attâr, şöyle göz ucuyla bakarak gülümsedi, dudak ucuyla:
-Senin gibi olmak…
Derviş, alev alev yanan gözlerini ona dikti:
-Benim gibi ha! Nerede o devlet?
            İş ciddiye binmişti. Attâr yine sordu:
            -Neden olmasın, yoksa beni bu işe layık görmüyor musun?
            Derviş öfkeyle soluyarak:
            -Ey Attâr! Sen benim olduğum gibi olabilir misin?
            Feridüddîn-i Attâr, hiç düşünmeden karşılık verdi.
            -Elbette olurum!...
            Dervişin elinde tahtadan oyma bir çanak vardı. Onu hemen başının altına koyup yere uzandı ve gönlünün tâ derinliklerinden gelen bir sesle haykırdı:
            -Allah!...
            Ve birden can verdi. Bu müthiş manzarayı gören Feridüddîn-i Attâr, derhal değirmen taşları gibi dönmeye başladı. Ve o da “Allah” dedi ve kendisini tasavvuf deryasının içine saldı. Böyle ona aşk cihanının yolu açıldı…
Ve şu incileri âleme saçtı:
            -Ey canlara can olan Allah! Bütün canlar, künhüne ermekte âciz... Bir nişan elde edememişler. Ben ne söylersem söyleyeyim, seni nasıl översem öveyim; sen hepsinden münezzehsin!...
            Evet, ilahi aşkın cezbesine kapıların, Allah’tan başka neleri var? Hiçbir şeyleri… Fakat asırlar geçmiş, hâlâ onlar konuşuluyor, hâlâ onların sevgileri dile geliyor, İmam Rabbaniler gibi, Şah-ı Nakşibendîler gibi, Yunuslar gibi, Mevlanalar gibi…  
            Bizim gibi kölelerin de tek arzusu, rıhlet davulu çaldıktan sonra dört inanmış adamın omzunda dualarla taşınmak, masum gönüllerde ebediyen anılmak…
Biliyorum çok şey istiyorum…
Fakat ne diyeyim?
 “Allah” demekten, O’nu istemekten, O’nunla beraber olmayı arzulamaktan başka ne söyleyebilirim…
Başta dedim ya,  kim ne derse desin, kim hakkımızda ne düşünürse düşünsün, hiç umurumda değil…
Bize Allah yeter!... Gerisi lafı güzaftan ibaret…
            Bir Allah dostunun dediği gibi:
“…
Aldırma aksın yaşın,
Bu olsun arkadaşın,
Dara düşerse başın,
Sen, Allah de, Allah de…

Bir kuş olur can kafeste,
İşte budur ulvî beste,
İlk nefes ve son nefeste,

Sen, Allah de, Allah de…”

                                                                                              MEHMET EMİN ULU

                                                                                           AKADEMİSYEN-YAZAR


5 Şubat 2015 Perşembe

ZİHNİNDEKİ CEHENNEM


Nasıl ki fizikte iki cisim aynı nokta da bulunamaz diye bir kanun varsa Psikolojide de aynı kanun yürürlüktedir. Eğer kafanızı cesaret,  sevgi, anlayış, tolerans düşünceleriyle doldurursak menfi (kötü) bütün düşünceler kaçar gider.
Bugün biraz olumlu yani proaktif düşünce yapısından bahsetmek istiyorum. Proaktif düşünce yapısı sanıldığının aksine Polyanacılık değil, her şartta ve koşulda bulunduğumuz olumsuz 

durumlar karşısında alternatif çözümler bulmaktır.

Başarılı insanların kullandığı yöntemde budur. Olayları görmemezlikten gelmek yerine farklı bir bakış açısı geliştirilerek yeni çözümler üretmesidir.
Uzmanlar 'Beynin ne yaptığını biliyoruz ama ne yapacağını bilmiyoruz ' diyor.
Olumlu düşünce tıpkı diğer alışkanlıklar gibi öğrenilebilir bir alışkanlıktır. Beynimizin iki kısmı bulunur. Sol tarafta olumlu düşünceler sağ tarafta ise olumsuz düşünceler yer alır. Kızgınlık öfke kendine güvensizlik, kavga, kendini kötü eleştirmek beynin sağ tarafını (Olumsuz düşünce kısmı) sevgi, kararlılık, kendine güven,  mutluluk, beynin sol tarafını  (olumlu düşünce ) geliştirir.
Nasıl vücudumuzu spor yaparak geliştirebiliyorsak, beynimizin kullanılan bölümlerinin büyümesi ve gelişmesi ya da büzüşüp küçülmesi mümkün.
Zamanla oluşturduğumuz olumsuz inanç kalıplarımızda düşünce biçimini tetikler. İnandıklarımız bir süre sonra dünyamızı oluşturur. Geçmişten gelen olumsuz eleştirilerde büyük bir etkendir.
Beynimizi olumlu tutumla ilgili eğitmek için kendimizi tanımak ve farkındalık bu işin ilk aşamasıdır. Kendiniz için neye inanıyorsunuz? Olumsuz düşünceleriniz neler? Bu düşünceler size nasıl bir fayda sağlıyor? Bu soruların cevabını kendimize vermeliyiz.
Sevgili Zig Ziglar’ın bir seminerinde anlattığı çok güzel bir örnek vardı;
Kadının biri seminer öncesi Bay Ziglar’ın yanına gelir ve ağlamaya başlar işinden hayatından nefret ettiğin söyleyip yakınıp durur. Öyle negatiftir ki “Bana yardım edebilir misiniz?” diye sorar. Bay Ziglar’da ona yardım edemeyeceğini ve sorunun daha büyüyeceğini, işinden kovulacağını söyler. Kadın şaşkınlık içinde; ‘ Neden beni işimden kovsunlar!’ diye yakınır. Bay Ziglar’da bu kadar negatifliği Amerika’da hiçbir şirketin barındırmak istemeyeceğini söyler. Kadında dehşet içinde ne yapabileceğini sorar. Bay Ziglar ona bir defter almasını ve işinde hoşlandığı şeyleri yazmasını ister kadın kızgın bir şekilde, ‘ben işimden nefret ediyorum hoşlandığım hiçbir şey yok’ der. Ziglar’da ona işi için ödeme yapılıp yapılmadığını sorar oda yapıldığını söyler Ziglar hemen defterini açmasını ve işinden hoşlandığı ilk şeyi yazmasını ister ve kadın biraz kendini zorlayınca tam 22 tane işinde hoşlandığı şey bulur. O gece eve gittiğinde bütün bu yazdıklarını seviyorum olarak değiştirmesini ister. İşimi seviyorum çünkü bana ödeme yapıyorlar gibi, ayrıca bunları aynanın karşısına geçip yüksek sesle söylemesini bunu her gün tekrar etmesini de ister. Bu kötü düşünme hastalığından ancak böle kurtulacağını söyler. Aylar sonra kadınla başka bir seminerde karşılaşır azı kulaklarındadır. Bay Ziglar ona nasıl gittiğini sorar ve kadında her şeyin harika gittiğini işinin de iş arkadaşlarının da nasıl değiştiğine inanmadığını söyler.
Bay Ziglar’ın da dediği gibi değişen hiçbir şey yoktur yalnız siz değişirsiniz.
Bugün bizde bir alıştırma yapalım. Kendimizle ilgili inandığımız ve başkalarının bize söylediği ne kadar olumsuz düşünce varsa hepsini bir kâğıda yazalım. Daha sonra bu olumsuz düşüncelere bakarak yerine yeni olumlu düşüncelerle değiştirelim ve onları da bir kağıda yazalım daha sonra olumsuz düşüncelerin yazıldığı kağıdı yakalım. O kâğıt yanarken bütün bu düşüncelerden kurtulduğunuzu içselleştirene kadar bekleyelim. Olumlulamalarla düzenlediğimiz yeni cümlelerimizi ise görebileceğimiz bir yere asalım.
 Unutmayın olumsuz düşüncelerin hiçbir sorumluluğu yoktur. Olumlu her düşünce bir amaç taşır ve sorumluluk almayı gerektirir. Bilinçaltınız sizi korumak isterken hayatınızı cehenneme çevirebilir.  Cennette cehennemde bu dünyada tamda beyniniz içindedir..

Mevlana’nın dediği gibi;
“Kardeşim sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsen gülistan olursun diken düşünürsen dikenlik olursun”

Sevgilerimle

Tuba AYDOĞAN
NLP&Yaşam Koçu